OHAL halleri

SAYIN Devlet Bahçeli OHAL yeniden gelsin diye buyurmuş. İlk gazetecilik hayatına atıldığım 1992 yılından beri Güneydoğu’ya sık sık gittim. Dolayısıyla OHAL nedir nasıl bir şeydir o hal ile yaşayan on binlerce insan kadar olmasa dahi biraz olsun bilirim. Kürt sorununu çözmek bir yana dursun OHAL sayesinde sorun kat be kat ağırlaştı, sorunun üstüne yeni sorunlar bindirdi. Üç bini aşkın köy zorla boşaltılınca ve bir milyon civarında Kürt zorla göç ettirilince PKK’nın lojistik desteği kesildi. İnsanların yolunu kesip “seyahat belgesi” isteyemez hale geldi örgüt; doğrudur. Ama bunun bedelini büyük kentin varoşlarına sürülen Kürtler çok ağır ödediler. İşsiz güçsüz kalan bu zavallı insanlar sokaklardan, çöplerden yiyecek toplamaya varacak kadar onurlarını sindirmek zorunda kaldılar. Yakılan yıkılan evleri, köy meydanında dayaklar, işkenceler, silah zoruyla yedirilen dışkılar, karlarda yalın ayak kilometrelerce yürümeye mecbur bırakılmalar... Ve “kaybolan” veya “faili meçhul”lere kurban giden binlerce insan... Bu korkunç hikâyelerle büyüyen Kürt çocukları kin ve nefretle doldu. Ve karşımıza “taş atarak” bumerang şeklinde döndü.

KARMAŞIK RUH HALLERİ

Geçtiğimiz günlerde bu gazetede “Kürtler ne istiyor” sorusuna cevap arandı. Yazı işlerinde dizinin içeriği tartışılırken Ece Temelkuran köşesinde aktardığına göre “etkisiz hale getirilen terörist lafını” eleştirmiş. “Onlar da insan” diyerek serzenişte bulunurken, oğlu asker olan bir diğer arkadaşımız kızmış. Her ikisi de haklı. Zira “etkisiz hale getirilen terörist” de ana evladı. Arkadaşımız ise oğlunun canına kast etmek isteyenlere “onlar da insan” diyecek durumda değil tabii.
Geçenlerde “etkisiz hale” gelmeye aday genç PKK’lı kadınlarla bir araya gelmiştim. Kandil röportajı sırasında... İçimi tuhaf hisler bürüdü. Çünkü halleri tavırları son derece insaniydi. Çiçek topladılar, çocuk sevdiler, ipod’larında Tracy Chapman dinlediler. Hani üniformaları, Kalaşnikofları olmasa herhangi bir genç kız gibiydiler.
Ne var ki her gelen şehit haberiyle birlikte “onların da insan olduğunu” hatırlamak, “bunlar neden dağa çıktı esas buna kafa yoralım” demek imkânsız hale geliyor. Yaşlı teyze, genç kız demeden PKK insan öldürüyor. “Öcalan’ı muhatap almazsan ben ölüm saçmaya devam edeceğim” diyor. “Demokratik özerklik” talepleriyle de çıtayı yükseltiyor.
Bu tablo karşısında ne yapılabilir? Bu konuda son zamanların en önemli çıkışını bence TÜSİAD yaptı. Özellikle Sedat Aloğlu‘nun Yüksek İstişare Konseyi toplantısının basına kapalı bölümünde “Nefret etsek de kınasak da ifade özgürlüğünü kısıtlamamak lazım. İmralı’yı da kapsayacak afı, o bölgede özerklik gibi savları da masaya koymalıyız ki teşhisi doğru olsun” açıklaması çok isabetliydi.

ÖCALAN MİTİ

Öcalan‘ı muhatap alma noktasından başlayalım. Son zamanlarda bazıları “devlet Öcalan ile gizli pazarlığa oturmalı” diyor. Bu savlarını desteklemek için de şu argümanları öne sürüyorlar: Birçok Kürt Abdullah Öcalan‘ı lider kabul ediyor. Onun onaylamadığı herhangi bir anlaşmayı bu Kürtler kabul etmez. Onayladığı her anlaşmayı da aynı Kürtler kabul eder. Ve hoşlarına gitmese dahi dağdakiler de (şahinler dahil) kabul etmek zorunda. Öcalan ölürse örgüt iyice bölünür, daha radikalleşir, zapt edilmesi daha da zor olur.
Mantıksız sayılmaz. Ancak ben Öcalan‘ı İmralı duruşmaları sırasında izledim. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öcalan asla güvenilir biri değil. AK Parti’yi yıpratmak isteyen güçlerin güdümünde olmadığı ne malum?
Bunu o günleri yaşayan Kürtler de biliyor. Ama gururlarına yediremedikleri için duruşmada kendi kulaklarımla duyduğum “isyan yanlıştı” türü sözlerini “önderliğin bir bildiği vardı” diyerek geçiştirmeye çalışıyorlar. Kürt gençlerine pazarlanan yeni “Kahraman Öcalan” mitleri üretiyorlar. Miti sorgulayanlar aforoz ediliyor. Kimi zaman gözdağı vermek adına infaz ediliyor. Doğru teşhisi ararken bunları da özgürce tartışmamız lazım.
Kaynak:
Haber Türk Gazetesi
Amberin Zaman yazıları
29 Haziran 2010 Salı, 11:34:35